Fa’tebirû (İbret alınız!)

Hac mevsimini geride bıraktık ama hac ve haccın hikmetini anlamak daima güncel, daima konuşulması gereken bir mesele. İslam ülkeleri arasındaki ilişkilere bakıldığında Müslümanlar olarak haccın hikmetlerini yeterince düşünüyor muyuz diye sorgulamak iktiza ediyor.

Her sene hacca binlerce vatandaşımız gitmekte ve orada gördükleri olumlu ve olumsuz şeyleri yakınlarına anlatmaktadır. Eğer hac sonrası anlatılan bu meseleler uhuvvete, kardeşliğe, paylaşmaya, kaynaşmaya, tanışmaya dair şeylerse ne âlâ. Yok eğer, “Biz şöyleydik, şu ırklar şöyleydi” gibi başlayıp “En güzel Müslümanlık bizdeydi” gibi devam eden ayrıştırıcı, kendi ırkını üstün görücü cümleler sarf ediliyorsa haccın manası hiç anlaşılmamış, haccın hikmetleri ihmal edilmiş demektir.

Bediüzzaman Said Nursî “Rüyada bir hitabe” başlıklı makalesinde farzların ihmalinin neticelerinden bahseder. 1918’de Osmanlı’nın mağlubiyeti hakkında rüyada ona sorulan sorulara cevaplar veren Nursî, felaketlerin sebeplerinin farzların ihmali olduğunu; Hâlık-ı Teâlâ’nın farz namazın ihmali yüzünden beş senede yirmi dört saat talim ve meşakkatle, koşturmakla bir nevi namaz kıldırdığını; bir ay farz orucun ihmali sebebiyle beş sene kıtlıkla cebren oruç tutturduğunu; zekatın cimrilikle ihmali yüzünden birikmiş zekatı fazlasıyla aldığını beyan ettikten sonra sıra hacca gelince rüyanın sükût ettiğini ifade eder:

“Rüya hacda sükût etti. Çünkü, haccın ve ondaki hikmetin ihmali, musibeti değil, gazap ve kahrı celb etti. Cezası da keffâretü’z-zünub [günahlara kefaret] değil, kessâretü’z-zünub [günahların çoğalması] oldu. Haccın bahusus tearüfle tevhid-i efkârı [tanışmayla fikir birliği], teavünle teşrik-i mesaiyi [yardımlaşma ile ortak çalışmayı] tazammun eden içindeki siyaset-i âliye-i İslâmiye ve maslahat-ı vâsia-i içtimaiyenin ihmalidir ki, düşmana milyonlarla İslâmı, İslâm aleyhinde istihdama zemin ihzar etti.”1

Evet, Bediüzzaman haccın hikmetlerini; İslam milletlerinin birbiriyle tanışarak fikir birliğine varması ve yardımlaşarak ortak çalışmalar yapması olarak açıklamış. Bu hikmetlerin ihmal edilmesinin düşmana yaradığını ve bu vesileyle düşmanın İslam milletlerini İslam aleyhine kullandığını belirtmiştir.

Bediüzzaman başka bir eserinde ırkçılığı “frenk illeti”2 olarak tanımlamış ve ırkçılığa bir “zehr-i katil” olarak bakmıştır. Bu illet İslam ülkeleri arasına girdiği takdirde İslam’a bütünüyle zarar gelecek, ayrışma ve kuvvetten düşmeye sebebiyet verecektir. Nitekim ayet-i kerime’de “İhtilafa düşmeyin; sonra cesaretiniz kırılır, kuvvetiniz elden gider”3 buyurulmuştur.

İşte ehl-i İslam’ın, arasına sokulan bu zehir sebebiyle, düşman bayrağı altında hareket edip Osmanlı’nın mağlubiyetinde rol oynadıklarını Bediüzzaman şöyle anlatır:

“İşte âlem-i İslam, bayraktar oğlunu gafletle bilmeyerek öldürmesine yardım etti, valide gibi saçlarını çekip âh-u fîzar ediyor. Milyonlarla ehl-i İslâm, hayr-ı mahz olan sefer-i hacca şedd-i rahl etmek [hac seferi için yola koyulmak] yerine, şerr-i mahz olan düşman bayrağı altında dünyada uzun seyahatler ettirildi. Fa’tebirû!”

Evet, ibret almamızı istiyor Bediüzzaman. Çünkü İslam ülkelerinde ve bilhassa ülkemizde maalesef son zamanlarda ırkçılık revaç bulmuş, İslâm milliyeti yerine kendi ırkını üstün görme düşüncesi ön plana çıkmıştır. Hac ise, aslında ırkçılığın önüne geçecek en temel ibadetlerdendir. Ülkesinde ırkçılık revaç bulan insanların hacca gitmesi ve orada gördükleri olumlu yansımaları vatandaşlarına anlatması ve farklı ırktan Müslümanların hac sonrası da irtibatı sürdürmesi ırkçılığın önüne geçecektir.

Irkçılığa engel olabilmek için her şeyden önce “tearüf” adı verilen, birbirini yakından tanımak elzemdir. Tanımadan sevmek, ittihad etmek, beraber hareket etmek olmayacaktır. Ve bu tanışmanın en güzeli de hacda olmaktadır. Hacda farklı ırklarda yaratılmış Müslümanların iman, ibadet, İslamiyet gibi birbirlerinin bu ortak yönlerini görmesi ile birbirlerini sevmesi daha kolay olacaktır. Ve bu insanların yardımlaşması ve işbirliği yapması da ancak tanışma ile mümkün olacaktır.

Hacca gidecek insanlar maddî hazırlıktan öte, hacı olmaya manen hazırlanmalıdır. Bu ise haccın manası olan tanışma ve yardımlaşma gibi ulvî vazifeleri anlamakla olacaktır. Hac ile birlikte insanların kendi milliyeti değil, İslam milliyeti ön plana çıkacaktır. Haccın bu yönü düşünülmez ve hacca giden bir insan, kendinden farklı ırklara bir ön yargı taşıyarak giderse zahiren hac yapmış olur ancak haccın manasını yaşamamış olacaktır.

İslam ülkeleri ne kadar demokratikleşirse diğer milletlere bakış açısı da o kadar olumlu olacaktır. İslam milletlerinin birbirleriyle kaynaşması ve işbirliği yapabilmesi, Bediüzzaman’ın “Bu zamanın en büyük farz vazifesi”4 dediği ittihad-ı İslam’a zemin hazırlayacaktır. Böylelikle İslam milletleri birbiriyle meşveret edecek ve fikir birliği içinde hareket edecektirler.

Müslümanların terakkî edememesinin sebeplerini sayarken Bediüzzaman, “ehl-i imanı birbirine bağlayan nuranî rabıtaları bilmemek”5 ten bahseder. İşte hac ibadeti, ehl-i imanın birbiriyle olan bağını birbirine öğreten en mühim bir ibadettir. Ve yine Bediüzzaman haccı “din-i İslam’ın kudsî ve semavî bir kongresi”6 olarak tanımlamıştır. Müslümanları bir araya getirecek başka hiçbir kongre yoktur ki; hac kadar organize, hac kadar kapsayıcı olsun.

Hac, hiçbir ırkın üstün tutulmadığı, her insanın ihrama girdiği anda eşit olduğu ve aynı mahşer meydanı gibi üstünlüğün ancak takvada olacağı içtimai anlamda mühim bir ibadettir. Haccın manasını anlamamak İslam’ın şahs-ı manevîsine verilecek büyük bir zarar ve büyük bir günahtır. Ve bu günahın kefareti yoktur. Ancak parçalanmayı netice verecektir. Irkçılık illetinden kurtulmanın çaresi, hac ibadetine kendini hazırlamak ve haccın manasını anlamaktır.

Dipnotlar:
1) Eski Said Dönemi Eserleri, Sünuhat, Rüyanın Zeyli.
2) Mektubat, 16. Mektup, 2. Nokta
3) Enfal Suresi 46. Ayet.
4) Eski Said Dönemi Eserleri, Sadâ-yı Hakikat başlıklı makaleden
5) Hutbe-i Şâmiye.
6) Emirdağ Lahikası s. 652-653.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*