Göçün bir sonucu olarak ırkçılık

“Irkçı değilim ama…”

Son zamanlarda sıklıkla duyduğumuz bir ifade. Hem dünya genelinde hem de ülkemizde giderek popülerleşen ırkçılık(?) kamusal alanda her geçen gün daha görünür bir hâl almaya devam ediyor. Şüphesiz bu kadar şiddetli bir hâl almasının en büyük sebeplerinden biri; göçmen, mülteci, kaçak1 insan sayısının artışı.

Özellikle bugün yaşadığımız gibi büyük ölçekli düzensiz bir göçle karşı karşıya kalındığında, ırkçılığın yaygınlaşması şaşılacak bir durum değil. Bu denli büyük göç dalgası alan bir ülkede bu göçün toplumsal etkileri elbette olacaktır. Irkçılığın kamusal alanda görünür hale gelmesi ise; göç eden insanların, yaşanan problemlerin sorumlusu olarak görülmesi iledir. Göç; sosyoloji, siyaset bilimi, hukuk gibi pek çok ayağı olan önemli bir konu. Yaşanan problemlerin belirli politikaların (veya politikasızlıkların) sonucu olarak ortaya çıktıklarını görmezden gelip mültecileri/göçmenleri sorunların kaynağı olarak görmek, herhangi bir şekilde hedef göstermek; millet sevgisinden çok, yabancı düşmanlığına yakın görünüyor.

Göç; siyasî, toplumsal, hukukî vs olmasından önce insanî bir mesele. Sadece geçtiğimiz yıllarda milyonlarca insan hayatta kalabilmek için yaşadığı ülkeyi terk etti. Sayısal verilerle ifade etmeyi çok sevdiğimiz, “şu ülkeye gitsinler”, “o ülkede yaşasınlar”, “geri dönsünler”, “yok dönmesinler” gibi ifadelerle tartışma nesnesi yaptığımız kişilerin; aileleri, arkadaşları, duyguları, endişeleri, hayalleri olan insanlar olduğunu unutmak, onları sayısal verilerden ibaret görmek ve buna bağlı olarak tutum geliştirmek ise durumu dehümanize (insandışılaştırma) ediyor.

Dünya genelinde mültecilere bakış maalesef insanî olmaktan çok, çıkar odaklı gelişmekte. Göç üzerine uzun yıllardır uzmanlar araştırmalar yapıyor. Ancak göç politikalarının bilimsel verilerden çok, toplumun azınlık diyebileceğimiz bir kesiminin çıkarları gözetilerek uygulanması, bugün yaşadığımız sorunları ortaya çıkarıyor. Çeşitli sektörlerde ucuz iş gücü olarak kullanılan, pek çok yerde de yasa dışı şekilde çalıştırılan göçmenler iş gücü piyasasında oldukça önemli bir yere sahipler. Gerek ülke vatandaşlarının, gerek başka ülkelerden göç yoluyla gelenlerin haklarının korunması ve insanî şartlarda yaşamalarından sorumlu olan siyasetin, günü kurtarmaya yönelik politikaları bizlerin göçmenlere bakışını etkilememelidir.

Irkçılık, öteki üzerinden var olma anlayışıdır. Irkçı olabilmemiz için bizim dışımızda bir ırkın/milletin var olması gerekir. Ancak durumu ırkçılığa evrilten şey; söz konusu ‘öteki’ni tanımamaktır. Bilinmeyene/tanınmayana karşı duyulan korkunun sonucu olan nefretin toplu katliamlara, soykırımlara kadar varabilen sonuçları olduğunu tarihteki pek çok örnekten biliyoruz. Yabancı ve bilinmeyen; bir süre sonra tehlikeli, eğitimsiz, ahlâkî değerlerden yoksun, potansiyel suçlu olarak görülmeye başlanır. Böylece yapılacak her türlü kötü muamele meşru bir zemine oturtulur. Her defasında amaç, milletin çıkarlarının korunmasıdır. “Önlem alınmadığı takdirde” tehlikenin artacağı korkusu öyle yaygınlaşır ki, en temel insan haklarının dahi ihlal edilmesi artık “çaresizce” başvurulan bir yol haline gelir.

“Tarih boyunca yaşanan soykırımlar, toplu katliamlar, kalabalık insan gruplarının hapsedilmesi, insanların zorla yerlerinden edilmesi, apartheid, sömürgeleştirme ve kölelik gibi gruplar arası saldırganlık eylemleri ve diğer zulümler ancak kurbanların insanlıktan çıkarılmasıyla, bu insanların insandan daha aşağı olduğu görüşünün kademeli ve yaygın biçimde benimsenmesiyle mümkün olmuştur.”2

Bugün sosyal medyanın da etkisi ile insanlar çok kolay bir şekilde örgütlenebiliyor. Normal şartlarda dile getiremeyeceğimiz fikirleri orada dile getirebiliyor, aynı zamanda kendimiz de oldukça fazlasına maruz kalıyoruz. Milliyetçilik duygusu, hepimizde az veya çok bulunsa da; ırkçılığın bu kadar artması, onu neredeyse popüler bir hâle getirdi. Önceleri utanılacak bir şey olan ırkçılık, artık insanların “Bu ırkçılıksa ben ırkçıyım” gibi ifadelerle savundukları, millet sevgisi adı altında nefret dolu fikirlerini yansıttığı bir kavram hâline geldi.

Medyanın ve siyasetçilerin tutumu ve kullandıkları dil de burada oldukça belirleyici olmakta. Dezenformasyon, göçmenler üzerine yapılan haberlerde milliyetin özellikle vurgulanması, liyakati ile bir yerlerde çalışan insanların dahi etnik kökeninden dolayı hedef gösterilmesi gibi durumlar da ırkçı söylem ve davranışları normalleştirmekte.

Bugün dünya büyük bir göçmen krizi ile karşı karşıya. Coğrafi konumu ve göç politikası nedeni ile de yaşadığımız ülke bu konuda zirvede. Bu durumun olumsuz sonuçlarının olmasının ırkçılığın gerekçesi olamayacağı unutulmamalı. “Hiçbir kimse başka bir kimsenin günahını yüklenemez.”3 hükmü gereği, insanlar arasında genelleme yapmak bizim haddimiz değildir. Ne sosyal medyanın ne politikacıların bu konuda güvenilir bilgi kaynağı olmadığını, bu nedenle göçmenlere yönelik tutum geliştirirken bunları baz almamamız gerektiğini unutmayalım.

Dipnotlar:
1) Göçmenlere dair kavram kargaşası devam ettiği için hukukî konumları tartışmalıdır. Türkiye’de çoğunluğu “geçici koruma statüsü”ndeki Suriyeliler oluşturmaktadır. Bu yazıda genel anlamda göçmen ifadesi kullanılacaktır.
2) “Bir Meşruiyet Aracı Olarak Dehümanizasyon: Oryantalist ve Siyonist Bakış Açısıyla Filistin’deki Soykırıma Dair Bir Değerlendirme”, Ertuğrul Yazar, Salih Günay.
3) Necm, 38.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*