Onkolojik bir kimlik: Milliyetçilik

Beşerin halk olunmasından sonra tekâmül süresi boyunca insanlık, birçok fikir akımını uygulama teşebbüsünde bulunmuş; maatteessüf beşerin cüz’î aklı ve idaresi ile ortaya konan bu fikirlerin, beşeriyeti terakki ettirmekten ziyade hep tedenni ettirdiği görülmüştür ve bu ise ibretlik bir vakıadır.

Şu bahsi olunan fikir akımlarından beşeriyete en muzırlarından biri olan ve onları ihtilafa sürükleyip yalnızlaştıran, 19. Yy’ı esir alıp Birinci Dünya Harbi’nin temellerini kuran Frengî bir akım; Milliyetçiliktir. Resulallah’ın bildirdiğine göre Milliyetçilik-Irkçılık; “Zalim de olsa kendi kavmine arka çıkmaktır.”1 Bu yazıda tabir olunacak Milliyetçilik ifadesi menfî milliyet mefhumudur. Ayet-i kerime ile sabit olan, insanların birbirini tanıması ve hayat-i içtimaiyeye ait münasebetlerin bilinip, muavenet edilmesini kapsayan müspet milliyet mefhumu konumuzdan hariçtir.2

Fıtrat-ı selîme üzerine halk olunan insanın vicdanında onkolojik olarak yer tutan ve eğer imanın nuru ile ameliyat edilmez ise günden güne yayılım gösterip aciz beşeri kendine abd eden bu serseri mayın misali olan fikir akımı, Kur’ân-ı Kerîm’de ibraz edilen “Müminler ancak kardeştir”3 ve hadis-i şerifte mezkûr olan “Irkçılığa çağıran bizden değildir. Irkçılık davası uğruna savaşan bizden değildir. Irkçılık davası uğruna ölen bizden değildir”4 ibareleri ile muhalif düşmesi hasebiyle yüzyıllar boyu Türk-İslâm coğrafyasında kendine uzun soluklu bir niş  (ortam) bulamamıştır.

1. Mahmut döneminde Avrupa ile münasebetleri başlayan, Tanzimat ve Islahat Fermanlarının ilanında, I. ve II. Meşrutiyetin teşekkülünde bilfiil rol alan ve Bediüzzaman’ın ifadesi ile şiddetli istibdata sebebiyet vermiş olan Jön Türklerin muzır kısmı Batı felsefesi ve menfî milliyetçilik akımlarını gittikleri Avrupa ülkelerinden almış ve vatan hattının içine sokmuştur. Bu gelişmeler sonucunda devletin içinde barındırdığı her bir unsur münferit hareketleri ile kendilerini diğer milletlerden ayrı bir kefeye koyma ihtiyacı hissetmişlerdir. Bu fikrin bu kadar hızlı yayılmasının bir sebebi de “fikr-i milliyette bir zevk-i nefsanî ve gafletkârâne bir lezzet ve şeametli bir kuvvet”5 olmasıdır.

Oysa yaşanılan coğrafyaya bakıldığında “Eski zamandan beri muhaceretlere ve tebeddülata maruz kalmakla beraber; Merkez-i Hükümet-i İslâmiye bu vatanda teşkil olunduktan sonra akvam-ı saireden pervane gibi çokları içine atılıp tavattun etmişler.”6 Merkez-i Hükümet-i İslâmiye bu vatanda teşkil olunmadan önce Kelt, Sümer, Yunan, İran, Sam ve Kafkas gibi milletler ve teşkil olunduktan sonra ise sayısız bir çok devlet ve millet bu coğrafyada yaşamış ve birbirleri ile olan münasebetleri sonucunda saf bir ırkın muhafaza edilmesi zor hatta imkansız hale gelmiştir. Ancak “Levh-i mahfuz açılsa hakikî unsurlar birbirinden tefrik edilebilir, öyle ise hakikî unsuriyet fikrine hareketi ve toplumu bina etmek manasız ve hem pek zararlıdır.”7

Mazi derelerinin etrafını saran şu yüksek dağları aşıp biraz bakacak olursak göreceğiz ki; İran’ın fethinde, İranlılar İslâmiyet’i kabul etmişler fakat mağlubiyeti gururlarına yediremedikleri, Hz. Ömer’e kin besledikleri için yani milliyetlerini, İslâm milliyeti telakki edemedikleri için yüz yıllar boyunca İslâm coğrafyasına nice zararlar vermişlerdir. Bir diğer misal ise; Emevî halifeliği zamanında uygulanan Arap milliyetçiliğinin Horasan çevresindeki, başta Türk olmak üzere diğer milletlerin İslâmiyet’i kabul etmelerini onlarca yıl geciktirmesidir. Bu misaller ışığında Milliyetçiliğin ne kadar muzır bir fikir olduğunu ve İslâmiyet içinde oluşması temenni edilen ittifaklara, tesanüt ve muavenete ne kadar muhalif olduğunu anlamak hiç de o kadar güç değildir.

Yukarıda zikredilen ayetin ahirinde bulunan “Üstünlük ancak takvadadır”8 ibaresi ise bizlerin içtimaî hayatta me’haz edinmesi gereken Hâkim-i Hakîm’in bir kelamıdır. Çünkü toplumun mihenk taşı olan adaleti tesis etmek ve refah ortamını oluşturmak için bir devletin içindeki unsurların birbiri ile mübareze ve münakaşa etmemesi elzemdir. Belki muvazene ile birbirlerinin eksiklerini kapatarak sulh ile terakkilerine çalışmalıdırlar. “Nasıl hükümet kalbe bakmaz ele bakarsa”9, aynı şekilde milletler ve milletleri teşekkül eden fertlerin birbirleri ile olan münasebetlerinde ele bakmaları gerekir. Kalp ise hakikati tazammun eder fakat bu sadece kişi ile Allah arasındaki hususî bir sırdır. Bu sebeple milletler ellerinde ortak bulunan semereleri hatıra getirmeli ve bu semerelerden gelecek nesillere verimli tohumlar bırakmalıdırlar. “Madem öyledir hakikî unsuriyete değil, belki dil, din, vatan münasebatına”10 bakılması gerekir. “Eğer üçü bir ise zaten kuvvetli bir millet; eğer biri noksan olursa, tekrar milliyet dairesine dahildir.”11

İşte mezkûr ayet, hadis ve hadiselerden anlaşıyor ki; Milliyetçilik libası İslâm medeniyetlerine bir hayli küçük gelmektedir. İslâm medeniyetleri ne zaman Milliyetçilik ile haşir neşir olmuşlar, o vakit ihtilafa düşmüşler. Ne zaman İslâmiyet dininin mukaddes sancağı altında cem olmuşlar; o zaman sanat, bilim, irfanda dahi terakki etmişlerdir.

Üstünlüğü ancak takvada bilmek ve diğer milletlere haşere nazarı ile bakmamanın, yeni bir ittifakın kapılarını bizlere açacağını temenni ediyoruz.

Dipnotlar:
1) Ebû Dâvûd, Edeb, 111.
2) Hucurat, 13.
3) Hucurat, 10.
4) Ebû Dâvûd, Edeb, 112.
5) Yirmi Altıncı Mektup, Üçüncü Mebhas, Üçüncü Mesele.
6) Yirmi Altıncı Mektup, Üçüncü Mebhas, Altıncı Mesele.
7) Age.
8) Hucurat, 13.
9) On Dördüncü Şuâ, Afyon Mahkemesi İtiraznamesinin Tetimmesi.
10) Yirmi Altıncı Mektup, Üçüncü Mebhas, Altıncı Mesele.
11) Age.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*