İslâm’da din ve milliyet

İslâmiyet’in ortaya çıktığı dönemde toplumlar arası ilişkiler kan bağı üzerinden şekillenmekteydi. Mekke’de Kureyş kabilesi, Medine’de Evs ve Hazreç kabileleri vardı. İslâm, tevhid inancını toplumun bütün bağlarının temeli olacak şekilde ikame etti. Tevhid inancı olarak İslâm, Medine’de kurumsal bir kimlik kazandıktan sonra yapılan Bedir Savaşı’nda Müslümanlar, putperestlerden olan en yakın akrabaları ile savaştılar. Baba oğul, savaşın iki ayrı tarafında yer alarak birbiri ile harp etti. Bu tablo aynı zamanda dinin milliyete galip gelmesinin en açık tezahürü idi. Müslüman olduktan sonra İranlı Selman, peygamberin sünnetine cibillî taraftarlık gösterdiği için Ehl-i Beyte bile dahil olmuştu. Diğer taraftan Peygamberin (asm) amcası Ebu Leheb, Peygamberin (asm) en büyük düşmanlarından biri olarak tarihe geçmişti.

Müslümanlar, bütün toplumsal bağların temelinin tevhid inancına dayandığı bir medeniyet kurdular. Fakat beş halife sonrası yönetime Emevîlerin gelmesiyle birlikte içeride Ehl-i Beyte, dış siyasette ise Arap olmayanlara karşı milliyetçi bir tutum sergilendi. İslâm’ın tevhid inancını bütün içtimaî münasebetlerin temeli haline getirdiği toplumsal yapı korunamadı. Emevîler sonrası kurulan Endülüs Emevîleri, Abbasiler, Osmanlılar ve daha kısa süreli İslâmî idarelerde İslâm’ın milliyete galip olduğu ilkesi aynen benimsenmiş ve modern döneme kadar bu bakış açısı korunmuştur.

Batıda din-toplum ilişkileri farklı işlemiş ve İslâm toplumlarının da etkilendiği bazı sonuçlar ortaya çıkmıştır. Hıristiyanlığın siyasal bir baskı aracı olarak kullanılmasının neticesi olarak Hıristiyan toplumlar dinin kurumsal şekli olan kiliseye karşı reaksiyon gösterdiler. Fransız İhtilali böyle bir reaksiyonun sonucunda ortaya çıktı. Hıristiyan topluluklar, kendilerini aynı dinin mensupları olmakla tanımlamaktan uzaklaştılar.  Toplumlar, bu yeni dönemde ortak harç olarak kendilerini kan bağına dayanan etnik kökenleri üzerinden tanımlamaya başladılar. Toplumu meydana getiren temel bağlar dinî olmaktan çıkıp seküler bir nitelik kazanmaya başladı. Modern dönmede çok önemli bir etkiye sahip olan milliyetçilik böyle bir zeminde neşv-ü nema buldu.

Avrupa’da milliyetçiliğin güçlü bir siyasal ideoloji olarak ortaya çıkması, aynı zamanda etnik kökene dayalı derin rekabetleri de harekete geçirdi. Maddî terakki için kıyasıya bir mücadelenin içine giren Avrupa milletleri, terakki için gerekli hammadde ve kaynak ihtiyacından dolayı dünyanın geri kalan kısmına yöneldiler. Bu gelişmelerin en öncelikli olarak yaşandığı İngiltere ve Fransa’da kaynak arayışının sömürgecilikle karşılanması fikri olan Emperyalizm düşüncesi, sistematik olarak savunulmaya başlandı. Tam da bu noktada konu İslâm dünyasını da ilgilendirir hale gelmeye başladı. Çünkü sömürgeciliğin nesnesi olan coğrafyalar daha çok İslâm toplumlarının yaşadığı yerlerdi.

Sömürgeciliği meşrulaştıran emperyalizm, “Avrupa’daki gelişmeleri dünyanın kalan kısımlarına da ulaştırma” maskesi altında uygulamaya konuldu. Avrupa, sömürgeci bir anlayışla yöneldiği Asya ve İslâm memleketlerinden gelebilecek tepkilerin etkisini azaltmak için İslâm toplumlarının tevhid inancına bina edilen dayanışmasını kırmaya yöneldi. Bediüzzaman’ın “dessas Avrupa zalimleri bunu (milliyetçiliği) İslâmlar içinde menfi bir surette uyandırıyorlar; ta ki parçalayıp onları yutsunlar.” ifadeleri bu duruma işaret etmekteydi. Başka bir ifade ile Avrupa sömürgeciliğe karşı gelebilecek tepkileri kırmak amacıyla milliyetçiliği yaygınlaştırmaktaydı. Bu yolla sömürülen coğrafyalarda yer alan farklı etnik kökenler birbiri ile çatışacak ve direnç cephesi parçalanacaktı. Bu anlamda İslâm toplumlarının farklı etnik kökenlerinin birbirine karşı geliştirdikleri milliyetçi tutumların Avrupa’daki laboratuvar çalışmalarına dayalı olduğu söylenebilir.

Milliyetçiliğin emperyalist anlayış tarafından araçsallaştırıldığı tarihsel bir vakıa olmakla birlikte aynı zamanda sömürgeciliğe karşı direnmede ve medenî terakkîde bir iç motivasyon sağladığı da doğrudur. Tarihsel realite olarak bakıldığında milliyetçiliğin anti emperyalist bir karaktere sahip olduğu da bilinmektedir. Örneğin Gandi, Hindistan’da İngiliz sömürgeciliğine karşı mücadele ederken “Hindistan Hintlilerindir” argümanından da faydalanmıştır. Bediüzzaman’ın “Müsbet milliyet, hayat-ı içtimaiyenin ihtiyaç-ı dahilisinden ileri geliyor. Teavüne, tesanüde sebeptir” ifadeleri ile böyle bir manaya işaret ediyor olsa gerektir.

Bediüzzaman’ın kendisi de Eski Said tabir ettiği dönemde özellikle Kürt toplumundaki millî şuurlanmayı teşvik etmiştir. Bununla insanların hamiyet duygularını harekete getirmiştir. Bu ifadelerden Bediüzzaman’ın Kürt milliyetçiliği yaptığı anlaşılmamalıdır. Bediüzzaman, İslâm’ı bir vücut olarak, Kürt toplumunu da o vücudun bir azası olarak değerlendirmiştir. Bediüzzaman’ın bu tavrının müsbet milliyet fikrinin bir uygulaması olduğu söylenebilir. Müsbet fikr-i milliyetin ne olduğu konusunda farklı değerlendirmeler vardır. Bizce sözü edilen; İslâmî bünye hesabına her etnik köken mensubunun kendi ebna-i cinsine karşı bir hamiyet içinde olması olarak tarif edilebilir. Bu tarz bir milliyet fikrinde başka İslâm milletlerine karşı bir aleyhtarlık olmadığı gibi o milletlerin İslâm’a hizmetleriyle İslâm adına iftihar etmek de vardır. Diğer bir tanım ise; doğrudan İslâm’ın etnik kökenler yerine kabul edilmesidir. İslâm’ın doğrudan bir milliyet olarak tarif edilmesidir. Bediüzzaman eserlerinde bu manayı çok vurgulamıştır.

Bu değerlendirmeler çerçevesinde Arap toplumuna (sözgelimi Suriyelilere) karşı geliştirilen antipatinin İslâm milliyet anlayışıyla bağdaşır bir yanı bulunmamaktadır. Suriyeli Müslümanların Türkiye topraklarında bulunması siyasî olarak emperyal yaklaşımlar içinde olan güçlerin çalışmalarının sonucudur. Taraftar olmamız gereken nokta; Suriye’de barışın sağlanması ve isteyen Suriyeli göçmenlerin selametle ülkelerine dönmelerinin sağlanmasıdır. Bu konuda en garip nokta Kürt kökenli kimselerin de Suriyelilere karşı milliyetçi bir tutum içinde olmasıdır. Milliyetçilikten çok mağdur olmuş bir toplumun başka bir toplumu milliyetçi bir bakışla dışlaması oldukça ironik durmaktadır.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*