Sofrası geniş olmak

Ormanın içerisinde iki katlı küçük ahşap bir ev. Kapıları ve duvarları zamanla kararmış. Bastığınız zemin ilk yapıldığı günkü gibi düz değil artık. Zamanla beli bükülmüş tahtalarının. Kıbleye dönüp namaz kıldığınızda sol tarafa devrilecek gibi oluyorsunuz. Her şey eski gibi. Yalnız mutfağın duvarına asılmış yeni Diyanet Takvimi var. Refet abinin meşhur “İnsan bir yolcudur” tablosu iyice solmuş, “el-Cennetu tahte akdâmi’l-ümmehât”1 yazısı da var aynı sırada. Duvara astıkları raptiyeler pas tutmuş.

Her şeyi ayrı bir orijinal geliyor bu evin. Hani sıfırdan böyle bir ev tasarlayayım desen bir araya getiremezsin o malzemeleri. Plastik kapaklı eski tip sürahisi, sehpa örtüsü yerine kullanılan seccadesi, dışarıda gezen kırk bir tane tavuğu ve armut ağacının dalları arasına asılmış -kurbandan yadigâr- keçi başıyla böyle bir evi şu an olduğu haliyle kim düşünüp tasarlayabilir? Küçük halam böyle bir evde yaşıyor işte. Her zaman değil tabiî, ama başka zamanlar nerede yaşadığı bu yazının konusu değil…

“Bir muhlama2 edeyim hemen” dedi. “Çok da aç değiliz, uğraşma” dediğimiz halde, “Siz namaz kılana kadar yetişir” dedi içeri geçerken. Tekellüfsüz bir ev sahipliği. En sevdiğim. Halamın ardından amcam diyor ki; “Beriye’nin sofrası geniştir.” Hani bir şeyler hazırlamak ona zor yahut zül gelmez manasında. Birisinin ardından söylenecek ne güzel bir iltifat bu böyle; “sofrası geniş olmak”.

Biz namazlarımızı kılana kadar muhlama pişmişti hakikaten. Başka yerlerde çok var mı bilmiyorum ama bizim memlekette çelik tas ve sahan çok kullanılır. Ya da eskiden kullanılırdı diyelim… Çelik bir sahanda ince dilimlenmiş karpuz, birkaç tas yoğurt, bahçeden taze soğan ve kıvırcık, bir de çelik tavada muhlama. Halamın evinde ne dantel var ne kanaviçe. Plastik masa örtüsü üzerinde, çelik taslarda yediğimiz yemekler nasıl bu kadar lezzetli olabilir?

İstanbul’da medresede kalıyorken beni hayretler içerisinde bırakmıştı buna benzer bir olay. Orta yaş üstü bir ablamızın daveti üzerine akşam yemeği için evine gitmiştik. Ne kadar küçüktü salonu, mutfağı. Yemek yenileceği zaman sergiler getirildi, yer sofrası da yok, direkt sofra bezinin üzerine konuldu tabaklar. Kızlarla sol ayağımızın üzerine sünnet üzeri oturarak safları sıkılaştırdık. Neler yediğimiz bize kalsın, ama doğunun gönlü bol misafirperverliğini o akşam güzelce tecrübe ettiğimizi tahmin edebilirsiniz. O gün düşündüm ki; insanlar misafirlerini evlerinde değil, gönüllerinde ağırlıyor. Mekânın dar yahut küçük olması hiç mühim değilmiş, yeter ki insanın gönlü/sofrası geniş olsun.

Sonra, Mesnevî-i Nuriye’de geçen şu bahis geldi aklıma:

“أگر ايسترسه ڭ خيالڭله نورشين قريه سنده كى سيدانڭ مجلسنه گيت باق: اوراده فقرا قيافتنده مَلِكلر، پادشاهلر و إنسان ألبسه سنده ملائكه لرى بر صحبتِ قدسيه ده گوره جكسڭ. صوڭره پاريسه گيت و أڭ بيوك لوجه لرينه گير، گوره جكسڭ كه، عقربلر إنسان لباسى گيمشلر و عفريتلر آدم صورتنى آلمشلر.” 3

“Fukarâ kıyafetinde melikler ve insan elbisesinde melâikeler…” O kadar hoşuma gitmişti ki, hemen bir kâğıda yazıp duvarıma asmıştım.

Bu tekellüfsüz ev sahiplikleri müthiş bir şey. Geçenlerde dayıma gittiğimizde yengemin hazırladığı sofra da öyleydi. Önce “Aç mısınız, yemek hazırlayayım?” teklifi, “Çay yeterli” cevabı üzerine hemen kurulan basit ama güzel sofra. Samsun’dan gelen fındıklar yine çelik sahanlarda, dayımın geçen sene sağdığı baldan iki tabak (geçen sene bal az olduğu için süzmemiş balı dayım, ölü arılar mevcut bal içinde), ahırdaki inekten taze tereyağı, yoğurt ve isteyene ayran. Amcam için ayran varsa çay ikinci plana kalırmış, ayran onun için yapıldı. Pilita4da odun ateşinde pişen ekmeği de unutmayalım. İşte bu. Budur.

Kendime not: Misafir gelecek diye “Aman evi temizlemeye nereden başlasam? Hangi sosyal medya fenomeninin tarifini pişirsem?” diye telaş etmeye gerek yok. Evde ne varsa kâfî değil mi? “Acaba nasıl olacak, beğenilecek mi?” endişesi olmadan hazırlanan yemekler daha lezzetli oluyor.

Allah bizleri sofrası geniş, gönlü geniş kullarından eylesin. Amin…

Dipnotlar:
1) “Cennet annelerin ayakları altındadır.”
2) Kimileri kuymak der; mısır unu, peynir ve bol tereyağıyla yapılan meşhur Karadeniz yiyeceği.
3) “Eğer istersen hayâlinle Nurşin karyesindeki Seyda’nın meclisine git, bak. Orada fukarâ kıyâfetinde melikler, padişahlar ve insan elbisesinde melâikeleri bir sohbet-i kudsiyede göreceksin. Sonra Paris’e git ve en büyük localarına gir. Göreceksin ki, akrepler insan libâsı giymişler ve ifritler adam sûretini almışlar.” [Mesnevî-i Nuriye, s. 221, (Yeni Tanzim, s. 412.)]
4) Fırınlı soba.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*