Kur’ân yapay zekâ hakkında ne der?

“Ne yaş ne de kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta yazılmış olmasın”1

Herkes her zaman göremese de her şey açık ya da gizli, bazen özet halinde ya da üstü kapalı, bazen işaret edilerek, bazen sadece çekirdeği, bazen bazı düsturları şeklinde Kur’ân’da mevcut olduğuna Kur’ân’ın kendisi şahitlik eder. Kur’ân bütün insanlığa hitap ettiğinden “bilim çağı” ya da “akıl çağı” dediğimiz şu zamanda insan hayatını sadece kolaylaştırmakla kalmayıp nasıl yaşadığımızı ve düşündüğümüzü dahi etkileyen bilimsel buluşları da Kur’ân-ı Hakîm’in göz ardı ettiği düşünülemez. Bu yönüyle Kur’ân, insanlığın sadece manevî kemâlat yolculuğuna değil, bilim ve teknoloji gibi alanlardaki dünyevî terakkisine de rehberlik yapar. Anlatmak ve ders vermek için sıklıkla misalleri ve temsilleri kullanan Kur’ân, insanlığa yol gösterici olarak peygamberler işaret eder. Rüzgâra binip iki aylık mesafeyi bir günde kat eden Hz. Süleyman’ın (as) uçağı müjdelemesi, Hz. Nuh’un (as) Allah’ın vahyi ile gemiyi inşa etmesi buna birer örnektir.

Öyleyse gemiye ve uçağa işaret eden Kur’ân, sağlıktan tasarıma, iletişimden güvenliğe hemen hemen yaşamın her alanını etkileyecek ve dönüştürecek yapay zekâya mutlaka değinmiş olmalıdır. Peki hangi peygamber, mucizesiyle bize yapay zekâya yönelik yol göstermektedir?

“Allah Âdem’e bütün isimleri öğretti. Sonra onları meleklere göstererek, ‘Eğer doğru söyleyenlerden iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin’ dedi. Melekler, ‘Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize öğrettiklerinden başka hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan sensin’ dediler.”2

İnsanlığın başlangıcı ve ilk peygamber Hz. Âdem’in (as) mucize-i kübrası olan tâlim-i esmâ, insan olmanın sırlarından birini açığa çıkarıyor olabilir. Cenab-ı Hak, yeni bir varlık, bir halife yaratacağını bildirdiğinde meleklerin gayet makul gözüken itirazının cevabı, insanı meleklerden ve diğer tüm zihayattan ayıran o sır belki de burada yatıyor: İnsanın öğrenme ve akıl yürütme kabiliyeti. Ancak bu kabiliyetlerle insan; doğruyla yanlışı ayırt edebilen, hatalarından ders çıkarabilen, gelişen, terakki etme potansiyeline sahip bir varlık olabiliyor. Bu yönüyle tâlim-i esmâ mucizesi, yapay zekâyla önemli paralellikler gösteriyor. Yapay zekâ, kendisine programlanan algoritmayla muazzam miktarda veriyi tarayarak örüntüleri saptar ve buna uyumlu tahminlerde bulunur.3 İnsandaki akıl ve bilgiye eşdeğer olarak yapay zekânın da çalışması için algoritma ve veriye ihtiyacı vardır.

Tıpkı Hz. Süleyman’ın (as) rüzgâra binerek hızlı seyahat etmenin hudutlarını göstermesi, insanın da Hz. Süleyman’ın (as) mucizesini uçaklarla taklit etmesi gibi modern insan da belki yapay zekâyla, insanın öğrenme ve akıl yürütme sırrını açığa çıkaran Hz. Âdem’i (as) taklit ediyor. İnsanlığın geldiği en son noktada “insan”ın sırlarından biri; öğrenme, insan yapımı bir varlığa aktarılıyor. Ahir zamanda ortaya çıkan yapay zekâyla insanlığın başı ve sonu birbirine bağlanıyor ve Allah’ın insanlığa bahşettiği en büyük yeti, insanlığın binlerce yıllık gelişim ve birikimiyle belki de kemâle eriyor. Ancak tâlim-i esmânın işaret ettiği bu teknolojinin, (özellikle ana akım akılcılığı ve pozitif bilimin mutlak otorite kabul edilmesini göz önüne aldığımızda) insanı kibre ve tanrıcılık oynamaya götürme tehlikesi var. Nitekim ahir zamanın imtihanı çetin olacak. Peki insanın bu icadı, İlâhî bir “yaratım”dan neden farklıdır?

İnsan kendi akıl yürütme sistem ve yöntemlerini model alarak yapay zekâyı programlar ve yapay zekânın kullandığı veriler insanlığın bugüne kadar ortaya koyduklarının birikimidir. Yani yapay zekânın kullandığı her şey kaynağını insandan alır. İşte bu nedenle kuvve-i akliyenin kendi işlevinde hududunun olmaması, gelişime hep açık olması yapay zekâ teknolojilerinde de belirli bir nihayet noktası olmadığına işaret eder. İnsan düşündükçe ve ürettikçe yapay zekânın da gelişme ve ilerleme potansiyeli devam edecektir.

Burada ayırıcı nokta, kuvve-i akliyenin ancak insan olma ve mahluk olma gibi yaratılışta belirlenmiş sınırlar içerisinde sınırsız ilerlemesinin mümkün olmasıdır. Yapay zekâ ise insan olma sınırının da içerisinde “insan yapımı olma” sınırlarının içerisindedir. Bu yüzden bu noktada yapay zekânın durumu Hz. Âdem’e değil, “Senin bize öğrettiklerinden başka hiçbir bilgimiz yoktur” diyen meleklere benzer. Yoktan yaratılıp ruh üflenen, Allah’ın sayısız esmasını tecelli ettirme potansiyeli olan, cüz-i iradesiyle seçme yetisine sahip Hz. Âdem’in (as), yaratılmış aklın ancak bir taklidi olan yapay zekâyla eşdeğer zannedilmesi ne kadar delilikse; insanın, teknolojik ilerlemelerini “yaratım” zannetmesi ve tanrıcılığa soyunması en az o kadar deliliktir ve haddi aşmaktır.

O vakit, yapay zekâ sadece çetin imtihanımızı daha da zorlaştırmak için mi ahir zamanda ortaya çıkartılmıştır? Zamanlamasında mutlaka bir hikmet bulunsa da hikmetinin ne olduğuna dair ancak tahminde bulunabiliriz. Belki de bu zorlu zamanların fitnesi ile mücadele edebilmemiz için Allah (cc) bize aynı kuvve-i akliye gibi şerre olduğu kadar hayra gitme konusunda da sonsuz potansiyeli bulunan yapay zekâyı göndermiştir, kim bilir?

Dipnotlar:
1) En’am Suresi: 59.
2) Bakara Suresi: 31, 32.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*