Kâbe’nin yolları

2003 senesinin sıcak bir yaz akşamında dedem ve nenemle birlikte köyde oturmuş umreden gelen yakın bir akrabamızın hatıralarını dinliyoruz. Öyle içten ve samimî duygularla anlatıyordu ki, içime bir ateş düşürdü. Bu kadar güzel bir yere ben de gitmeli, Kâbe’de tavaf edip Ravza’da Peygamberimizi (asm) görmeliydim. Henüz 13 yaşımda olduğumdan elimdeki tek maddî gelir olan haftalık harçlığım 2.5 lirayı kaç yıl biriktirirsem Kâbe’ye gidebilirim diye hesap yapmak için oturma odasından dedemin çalışma odasına hızlı bir geçiş yaptım. Tabiî benim harçlıklardan bir sonuç alamayacağımı anlamam uzun sürmedi ama o günden sonra her duamda yerini aldı Kâbe. Her namazda, her mübarek gecede Kâbe’yi görebilmek için dua etmeye başlamıştım. Ve tam bir yıl sonra yine sıcak bir yaz günü babam eve büyük bir müjdeyle geldi: “Hazırlanın, ailecek umreye gidiyoruz!” Ne kadar çok sevindiğimin tarifi imkânsız. Bu benim ilk umreye gidiş hikâyemdir. Allah babamdan razı olsun, bu tarifi imkânsız duyguları o yaşlarda yaşamamıza vesile oldu.

Yıllar yılları kovaladı… 20 yıl aradan sonra 13 yaşımdayken içime düşen kor ateş yeniden közlenmeye başladı. İçimde bir his Kâbe’ye çok yaklaştığımı yakın zamanda onu göreceğimi söylüyordu. Biliyordum ki, her umreye giden arkadaşımla Peygamberimize (asm) selam gönderiyor ve “Söyleyin ben de sıramı sabırla bekliyorum” diyordum. Öyle ya “oraya çağrılmak” diye bir tabir var. İşte ben de sabırla ve duayla çağrılmayı bekledim.

Yaklaşık iki sene sonra beklenen çağrı geldi. Allah “Gel, ya kulum” dedi. Gelelim gelmesine ama umre turlarının dolar üzerinden olması fiyatları çok yükseltiyor ve insanlar “Bu fiyata nasıl gideriz?” diye düşünebiliyor tıpkı bizim gibi. Ama bu yıl itibariyle Suudî hükümeti turist vizesi vermeye başladı. Yani artık isteyen herkes bireysel şekilde umre yapmak üzere Mekke’ye gidebilecek. Bu haberi duyar duymaz âdeta yerimizde duramadık, çok heyecanlanmıştık.

Hemen araştırmaya başladık. Vize, pasaport, bilet, otel meseleleri, tabiî işin bir de fıkhî boyutu vardı. Biraz araştırdıktan sonra “Evelallah yaparız” dedik ve kolları sıvayarak Ramazan umresine niyetlendik. İlk ay eşimle birlikte pasaportlarımızı çıkardık. İkinci ay internetten başvuru yapıp, formu doldurduk ve yaklaşık 20 dakika içinde vizemizi aldık. Vize bir yılda 90 güne kadar geçerli oluyor. Üçüncü ayda Rize-İstanbul-Cidde gidiş geliş biletlerimizi aldık. Gidiş geliş tarihlerimiz belli olduktan sonra da bir uygulama üzerinden otel rezervasyonlarımızı ücretiz iptal ederek, otelde ödeme yapacak şekilde ayarladık. Bütün masrafların aylara bölünmesi elbette bizim için ödemede büyük kolaylık olmuştu. Daha gitmemize bir aydan fazla varken tüm işlemlerimizi tamamlamış ve rahat bir şekilde ödemelerimizi bitirmiştik. Gitmeden önceki son iki ayda Türk liralarımızı riyale çevirip oradaki harcamalarımız için yanımıza aldık. Kur farkı bizi derinden üzecek gibi olduğunda Kâbe’yi gözümüzde canlandırmak toparlanmamızda çok etkili oldu 🙂

Tabiî bu üç ay boyunca fıkhî anlamda da hazırlanmak için üç ayrı kitaptan ve sayısız videodan yararlandık. Diyanet’in “Haccı Anlamak” ve “Hac İlmihali” kitaplarını iki-üç kez okuduk. “Haccı Anlamak” kitabı daha çok umrede yapılan sembolik hareketlerin (tavaf, say, ihram gibi) ne anlama geldiği hakkında bilgi veren çok verimli bir kitaptı. Bir de Talha Uğurluel’in “Mekanlar ve Olaylarıyla Hz. Muhammed’in Hayatı” kitabı bize oradaki mekanlarla bağ kurabilmemiz, o mekânları anlayabilmemiz ve oradaki Osmanlı izlerini takip edebilmemiz adına çok faydalı oldu…

Zamanın çok hızlı aktığı şu asrımızda âdeta zaman durmuş gibi bir türlü vuslat gününe bizi ulaştırmıyor derken, gün geldi çattı ve ramazanın son sekiz gününü geçirmek üzere Mekke’ye doğru kutlu yolculuğumuz başladı. Önce Rize’den İstanbul’a geldik. Cidde uçağına binmeden evvel, uçaktayken “mîkât sınırını” yani harem bölgesini çevreleyen itibarî daireyi geçeceğimiz için havalimanında ihram namazı kılıp umreye niyet ettik. Her ne maksatla olursa olsun harem bölgesine girecek olan afakîlerin, yani harem bölgesinde yaşamayıp dışardan gelenlerin mîkât sınırında ihrama girmeleri gerekir. Aksi takdirde kurban cezası vardır. Hanımlar için belirli bir kıyafet yok, üzerimizdeki elbisemiz ihram sayılıyor. Eşim de iki parça beyaz havludan oluşan (izar ve rida) ihramını giyip, ihram namazını kılıp, umreye niyet etti ve birlikte telbiye getirdik.

İhramın iki farzı var; birisi niyet, diğeri telbiye. Telbiye: “Lebbeyk Allahümme lebbeyk. Lebbeyke la şerike leke lebbeyk. İnne’l-hamde ve’-ni’mete leke ve’l-mülk. La şerike lek.” demek oluyor. Niyet kalben de yapılabilirken telbiyeyi dil ile söylemek gerekir. Yüksek sesle söylenmesi de sünnettir. Dört saatlik uçuşumuz boyunca tâ Mekke’ye varıncaya kadar telbiye, tehlil, tekbir ve salavat-ı şerîfeyi mümkün olduğunca yüksek sesle getirmeye devam ettik.

Telbiyeyi de getirdikten sonra artık ihram yasakları başlıyor. İhrama niyet edip giyen kişi; umresini tamamlayana kadar kimseye kızıp bağıramaz, kavga edemez, kötü söz söyleyemez. Üzerine koku sürünemez, kokulu sabun kullanamaz. Vücudundan herhangi bir şey (saç, tırnak, yara vs.) koparamaz. Kadınlar yüzünü örtemez, erkekler üzerine hiçbir şey giyemez, çorap ve ayakkabı giyemez (terlik hariç), başını örtemez, hiçbir şekilde ihramını üzerinden çıkaramaz. Harem bölgesindeki kendiliğinden yetişmiş olan hiçbir bitkiyi koparamaz… gibi on ayrı başlıkta toplanabilecek uzun bir yasak listesi mevcut. Yasakların ihlalinde kişi, yasağın derecesine göre sadaka-i fıtır verir yahut oruç tutar yahut da yine yasağın derecesine göre büyük ya da küçükbaş kurban keser.

Yasakların hepsi zor olsa da insanı en çok zorlayan, öfkesine sahip olmak oluyor. Malumunuz “Hacı sabır” cümlesi durub-u emsal hükmüne geçmiştir. Sıkıntı ve meşakkat Kâbe’ye varana kadar insanı epey yoruyor. Özellikle umrenizi bireysel, yani bir rehber olmadan yapıyorsanız bizim gibi yanınıza bolca sabır almanızda fayda var 🙂 Çünkü hiç bilmediğiniz bir ülkeye gidiyorsunuz. Her ne kadar gitmeden önce her şey ayarlanmış olsa da teorikten pratiğe geçmekte bazı aksaklıklar olabiliyor. Gitmeden önce bunları göze almak ve bir aksaklıkla karşılaşıldığı vakit bunu hatırlamakta fayda var. Aksi takdirde kendinizi oradaki fakir fukarayı bolca sevindirirken bulabilirsiniz 😉

Evet dört saatlik uzun bir uçuşun ardından Cidde Havaalanı’na indik. Valizleri alıp, pasaport kontrolden geçip, izlediğimiz videolardan hareketle hemen bir Suudî hattı alıyoruz. Birçok tarifesi bulunuyor. Biz on beş günlük ve sekiz GB interneti olan bir paket tercih ettik. Bireysel gittiğimiz için navigasyona çok ihtiyacımız olacağından internet paketi önemli. Hem de WhatsApp üzerinden eş dostla görüntülü konuşmamızı da sağladı.

Hat işi de tamamlanınca dışarı çıkıp Cidde’den Mekke’ye gitmek için bir taksiye bindik. Uçakta eşim tanıdık bir arkadaşına tevafuk edince hep birlikte aynı taksiye binip ücreti de aramızda bölüştük. Gece birde havaalanındaydık, iki saatlik bir yolculuk sonunda gece üçte Mekke’ye vardık. Yaşadığımız bazı aksiliklerden dolayı o gece umremizi tamamlayamadan otele gelmek durumunda kaldık. Bireysel gitmenin verdiği acemilik, Mescid-i Haram’daki aşırı kalabalık ve yoğunluk, gece geç saatte orda olduğumuz için yatsı namazını kılmamış olmamız, sahur yapmamış olmamız vesaire derken, en son otele gitmeye karar verdik. Yatsı namazımızı kılıp sahurumuzu yaptık, sabah namazını da eda edip uyuduk. Halen ihram yasaklarının devam ettiğini de unutmadık tabiî.

Sabah kalkıp hazırlandık. Çantalarımıza Kur’ân, cevşen, risale ve iftariyeliklerimizi koyduk. Otelden çıkıp, otobüs durağına kadar yürüdük. Son durakta inip Mescid-i Haram’a doğru yürümeye başladık. Daha önceki gittiğim yere neredeyse hiç benzemiyordu. Mescid-i Haram’da genişletme çalışmaları yapılarak etraf epeyce açılmış. E tabiî böyle olunca Kâbe’ye ulaşana kadar 2-3 km kadar yürümeniz gerekiyor. İşte yine hacının sabretmesi gereken bir yerdeyiz. Kızgın güneşin altında uzun bir yolu kat etmemiz gerekiyor.

Mescid-i Haram’a epey yaklaşınca ihram giyen hacıları ayrı bir bölümden içeri almaya başlıyorlar. Şöyle ki; eğer ihram giymiyorsanız ve umre yapmayacaksanız sizi metaf alanına yani Kâbe’nin etrafını saran, tavaf yapılan alana almıyor, üst katlardaki tavaf alanına yönlendiriyorlar. Bu durum sadece erkekler için geçerli. Kadınlara ihram sorulmadığından girebiliyorlar. Eşim ihramlı olduğundan dolayı birlikte umre yapanların geçtiği yerden giriyoruz. Bu yol bizi Selam Kapısı’na çıkarıyor. Umre yapmak için mescide Babü’s-Selam’dan girmek sünnet. Selam Kapısı’ndan içeri giriyoruz ama Kâbe’yi görmek ne mümkün! Bir epey yol da mescidin içinde yürüyoruz. Ramazan umresi olması hasebiyle hac gibi kalabalık var. Tam bir mahşer provası hakikaten.

Aşırı yoğunluk ve izdihamı önlemek amacıyla olduğunu düşündüğümüz bir durum var ki; her istediğiniz kapıdan geçemiyorsunuz. Birkaç adımda Kâbe’ye kavuşacağınız yollardan görevli polisler sizi zikzak çizdirerek geçiriyor ve hacının neden bu kadar sabra ihtiyacı olduğunu tekrar ve tekrar hatırlatıyor. Neyse döndük, dolandık ve bir ara siyah siyah bir şeylerin sütunlar arasında göründüğünü fark ettim. Hemen eşime başını yere eğmesini söyledim. Çünkü biz de Kâbe’ye ilk geldiğimizde tur rehberimiz böyle yaptırmıştı. Metaf alanına kadar başı eğik şekilde gittik ve “Artık bakabilirsin” dediğimde eşime, Kâbe tüm ihtişamıyla karşısında duruyordu.

Kâbe… O simsiyah örtüsü, o duaların geri çevrilmediği süslü ve ihtişamlı kapısı ve sanki gökyüzüne ulaşan haşmetli yapısı karşısında etkilenmemek, ağlamamak elde mi? Eşim kafasını kaldırır kaldırmaz ağlamaya başladı. Ben zaten tâ ucundan görmeye başladığımda çoktan göz yaşlarım süzülmeye başlamıştı. Kâbe… O kadar nazlıydı ki, onu görene kadar ne sıkıntılardan geçmiştik. O kadar güzeldi ki, onu görmek için dünyanın öteki ucunda bile olsak gelirdik. Ki her ucundan, her köşesinden gelenlerle doluydu Kâbe… Öyle bir cazibesi vardı ki, arının bal toplamak için çiçeğin etrafında dönmesi gibi iman balı toplamak için âdeta bizi kendine çekiyor ve bizi kendine pervane ediyordu…

O ana kadar hiç hissetmediğiniz duygularla, göz yaşlarınızla baş başasınız. Göz yaşlarınıza engel olamıyorsunuz ama zaten olmak da istemiyorsunuz. Bu ilk duygulardan sonra bir de nedamet hissi geliyor. Günahlar hemen hatıra geliyor. Rabbin huzuruna günah yüküyle beli bükülmüş şekilde gelmekten haya ediyorsunuz, ama gidecek başka hiçbir yerimiz yok. Göz yaşları artık sel oluyor. Her yönden ağlama sesleri geliyor. Herkes af diliyor, bağışlanmak istiyor… Haceru’l-Esved hizasına gelip, umre tavafına niyet edip, Haceru’l-Esved’i üç kez “Bismillahi Allahu Ekber” diyerek selâmladıktan sonra tavafa başlıyoruz.

Öğlen vakti 40 derece sıcaklık, oruç ve susuzluk var, ama öyle heyecanlı dönüyorsunuz ki hiç bitmesin istiyorsunuz. Kâbe’ye biraz daha yakın olmaktan başka bir şey aklınızdan geçmiyor. Bir umut “Acaba dokunabilir miyim?” diye ayaklarınız hızlanıyor, ama Peygamberimizin (asm) “Kimseye eziyet vermeden ve eziyet çekmeden” sözleri aklınıza geliyor. Olana kanaat etmeyi yine sabırla öğreniyorsunuz. Yedi kez dönünce tavaf tamamlanmış olacak. Her şavtta, yani dönüşte, tavaf ve say dualarının olduğu kitapçıktaki duaları okuyoruz. Dualar bitince de cevşenden devam ediyoruz. Her şavtta ayrı dua okunuyor. Duaların hepsini sadece tavafta değil iftara yakın vakitlerde, Kadir gecesinde, teheccütlerde de bolca okuduk. Çoğu hadislerde geçen bu makbul dualar “Orada nasıl dua etsem?” düşüncesinden sizi kurtarıyor. Kişinin annesine, babasına, kendisine çok güzel dualar ettiriyor. En çok hoşuma giden ve bolca ettiğim bir tanesini paylaşayım; “Allah’ım! Haccımızı kabul eyle, gayretimizi boşa çıkarma, günahlarımızı bağışla, amellerimizi salih ve makbul eyle. ASLA ZARAR ETMEYECEK MANEVÎ BİR TİCARET NASİP ET. (Amin)”

Zarar etmemiş bir ticaret, boşa çıkmamış bir gayret, günahlardan arınmış bir ömür elbette orada en çok istenilen dua… Tavaf bittikten sonra eğer mümkünse Makam-ı İbrahim’de, ki çok kalabalık olduğu için mümkün olmadı, değilse de müsait olan bir yerde tavaf namazını kılıp duasını yaptık. Umrenin tamamlanabilmesi için son görev olan sa’yimizi yapmaya Safa-Merve’ye doğru ilerledik.

(Devam edecek…)

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*