Haklı bir davanın masum şahitleri

Kıymetli okurlar,

Bu sayıda, geçen ay başlamış olduğumuz röportaj çalışmasının devamı niteliğinde olan ikinci bölümü sizlerle paylaşmaktayım. İnsanları birbirine tanıtma ve hikâyeleri ile birbirine yaklaştırma, bu yaşımda yeni deneyimlediğim bir durum. Bu misyonun beni ben yapan ve beni tamamlayan bir unsur olduğunu hissediyorum. Bu yüzden farklı kanallarla da olsa bu misyonu sürdürmeye devam edeceğim inşallah.

Hayatlarımızın biricikliği içinde bugün arkadaşım Beyan’ın 23 yıllık hayatından yalnızca birkaç küçük kareye şahitlik edeceğiz. Buyurun:

Bize kendini tanıtır mısın?

Selamun aleyküm. Ben Beyan 🙂

Fırat nehrinin sağ kıyısında bulunan, Deyrizor Valiliği’ne bağlı bir köyde doğdum. Petrol yataklarının ortasında bir köy olmasına rağmen köy halkımızın büyük bir kısmı fakirdi.

Benim köyüm, insanlarının eğitimli ve üniversite mezunu olma yüzdesi açısından Suriye’deki tüm köylerin başında geliyordu. Ancak müstebit bir yönetim altında olduğumuzdan, köyü değerli kılması gereken bu eğitim yüzdesi ve dindarlık, köyümüzü hedef kitle haline getiriyordu. Bu nedenle köy halkına karşı çeşitli haksızlıklar, adaletsizlikler uygulandı. Yıllarca görmezden gelinip, ezilerek, yok sayıldı. Sonra savaş patlak verdi ve tüm Suriye halkının, (özellikle de şehrimin) halkının çektiği her türlü işkenceyi gördüm çocuk yaşlarda.

Ben aynı zamanda haksız yere tutuklanan ve haksız yere öldürülen bir şehidin yeğeni olarak, şu anda Tıp Fakültesi son sınıf öğrencisiyim. Çocukluk hayalim olan doktorluk mesleğini gerçekleştiriyorum.

Suriye savaşı başladığında kaç yaşındaydınız, şu an kaç yaşındasınız ve o yaştaki Beyan’a nasıl bakıyorsunuz?

Savaş başladığında 11 yaşındaydım, şimdi ise 23 yaşındayım. Aslında ne olup bittiğinin tam olarak farkında değildim. Çünkü savaş, hayatımızda daha önce yaşamadığımız bir durumdu. Dehşet, çocuk aklımın kavrayamayacağı kadar büyüktü.

Korku herkesi, özellikle de biz çocukları kontrol ediyordu. Her gün, zalim rejiminin sivilleri (masum-cani ayrım gözetmeksizin) bombalamak için kullandığı savaş uçaklarının kükremesiyle uyanıyorduk. Olay o kadar büyüktü ki, idrak edemediğimi sonradan fark ettim.

Evet, çok korkardık ve sonra korkuyu unuturduk. Biz çocuklar, daha güvenli olduğunu düşündüğümüz yerlere taşınmayı öylesine bir şey zannederdik. Oyuncaklarımızdan bazılarını yanımızda taşıyorduk. Bazen yaralıları ve şehit düşenleri alkışlardık, bazen de devrim şarkıları söylerdik.

Gece gündüz bizi bombalayan, köyün yakınlarındaki Ez-Zor Askerî Havaalanı’ndaki topçulardan bahsetmiyorum bile. Elbette bunlar sivil ve asker ayrımı yapmayan silâhlılardı. Dolayısıyla kayıplar çok ağırdı. Her gün, kendilerine “Suriye Ordusu” adını veren suçlu hırsızların gerçekleştirdiği baskınlara ve aramalara uyanırdık.

Bir gün evimizi ararken babamın bilgisayarını gözümüzün önünde çaldıklarını ve annemle bizi çok korkuttuklarını hatırlıyorum. Babam o sıralar çalışmak için Suriye dışına gidiyordu.

Şu an 11 yaşındaki Beyan’ı karşında görsen, ona neler söylemek isterdin?

11 yaşındaki Beyan’a şunlar söylemek isterdim; “Haklı, insanî ve millî bir davaya şahitlik ettiğin için seninle çok gurur duyuyorum.”

Ben başından beri hakikatin yolunu gören bir çocuktum. Belki bu yolun bedelinin o kadar da farkında değildim. Ama Allah’ın adaletsizliği kabul etmediğine ve bizim de bunu asla kabul etmememiz gerektiğine tamamen inanıyordum.

Tüm bu yaşananların karakterin üzerinde nasıl bir etkisi oldu ve savaş döneminde Allah ile nasıl bir bağın vardı?

Müslüman olsun gayrimüslim olsun herkesin bizden vazgeçmesi, Birleşmiş Milletler ve onunla birlikte insanlığı, çocukluk haklarını, insanlık mirasını savunma iddiasındaki bütün kuruluşların bizleri yok sayması ümidimi kesen bir gerçekti. Ancak basit ve içgüdüsel olarak böyle bir durumda insan öncelikle kendisi için, ailesi ve yakınları için yalnızca dua edebiliyordu ve böylece dua çemberi tüm Suriye’yi kapsayacak şekilde genişliyordu.

Humus, Dera, Guta, Şam gibi diğer vilayetlerdeki insanların durumu bize büyük acı veriyordu; şehitler, yaralılar, esirler ve açlar için dua ediyorduk.

Seni çok etkileyen ve bizlerle paylaşmak istediğin bir anın var mı?

Sayamayacağım kadar çok olay yaşadım ama aklımdan hiç çıkmayan bir olay var. Sanki dün olmuş gibi hatırlıyorum. Bırakın savaşı, her şeyin ilk yaşandığı an farklıdır. Hele de korkuyla dolu bir ansa… İşte bir savaş uçağını ilk kez gördüğümde, onun yere çok yaklaştığını, şehrimdeki insanların üzerine lav ve patlayıcı dolu variller yağdırdığını gördüm. O anlar gördüklerimin dehşetiyle bayılmışım. Korkudan öldüğümü sandım. Gözlerimi ancak annemin duaları ve yalvaran ağlamalarıyla açabildim. Ruhumu bedenime geri getiren şeyin, o an annemin Allah’a yalvarıp ettiği dualar olduğuna hâlâ inanıyorum. Annemi, ilk göz ağrısı olan Beyan’ı kaybetmekten korudu yüce Allah.

Deyrizor şehrinde yer alan Muhasan Köyü

Bir diğer olay ise şehrimin hiçbir insanının unutamayacağı çok büyük bir trajediydi. Rejim ordusu, Özgür Suriye Ordusu’na katılan köyümden 23 genci şehir merkezinde bir apartman dairesinde kuşattı. Her iki taraftan bir sürü insan ölüp, silâhlar boşalana kadar sürdü çatışma. Fakat nihayet rejim ordusu üstün gelip hepsini soğukkanlılıkla öldürdü ve cesetlerini orada bıraktı. Bütün detaylarını anlatsam müthiş rahatsız olacağınız bu hadiseye birçok çocuk çıplak gözlerle şahit oldu. Ben de onlardan biriydim.

O gün özgürlüğün bedelinin kanla ölçüldüğünü anladım.

-O zamanlarda seni ayakta tutan bir hedefin var mıydı?

O dönemden bugüne kadar beni ayakta tutan şey; davamızın doğruluğuydu.

Evet, başlangıçta çocuktum. Çatışmaların bazı yönleri dikkatimden kaçmış olabilir ama çevremde olup bitenlerden anladıklarım ve fark ettiklerim, yaklaşımımızın doğruluğunu teyit etmeye yetiyordu. Gözlerimin önünde bu kadar kan akmışken, birçok akrabam ve vatandaşım öldürülmüşken nasıl ayağa kalkamazdım? Nasıl tutunamazdım? O akan kan, gücümüzün kaynağıdır.

Deyrizor’dan geçerek Irak’a akan Fırat Nehri

Biz bu yolun bedelini kanla ödedik, nasıl umutsuzluğa kapılabiliriz? Zalimin soğukkanlılıkla katlettiği sevdiklerimizi nasıl unutabiliriz? Rejimin gözümün önünde akıttığı kanla kirlettiği bu yolun bedelini çocukluğumla ödedim, moloz yığınına dönüşen okulumu hâlâ hatırlıyorum. Aynı sınıfta okuduğumuz arkadaşım, ailesine ekmek götürürken rejim tarafından öldürülen Muaz’ın yüzü hâlâ aklımda. Ekmek onun masum, kırmızı kanına bulanmıştı…

* * *

Mukaddesatı ve vatanı uğruna hayatını, çocukluğunu veren, hayat kesitlerini davası ile birleştirip fânî hayatını bâkî ve ebedî olana feda edebilenlere ne mutlu.

Selametle kalın..

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*