Bir mülahaza

Uzun bir zamandır zihnimi meşgul eden bir halet üzerine:

Fark ettim ki; Rabbimi kendime en yakın hissettiğim, O’na en çok bağlı olduğum ve ibadetlerimden en çok zevk aldığım zamanlar ya çok kederli ve durgun olduğum ya da Rabbimden bir temennim olduğu anlardı. Bu farkındalıkla beraber kendime şu soruyu sordum: “Acaba bu yakınlık ve muhabbet bir çıkarın neticesi miydi?” Allah derdime çare göndersin ya da isteklerimi bana bahşetsin diye O’na yapmacık bir hal mi sergiliyordum? Bu ihtimal beni oldukça rahatsız etti.

Sonra o zamanlardaki samimiyeti anımsayarak ferahladım. Öyle ki insan, hiçbir ruh haletini Rabbinden gizleyemeyeceği gibi O’na yapmacık, sunî bir hal sunamayacağının da elbette farkındaydı. Hem biliyordu ki; Rabbi ona şah damarından daha yakındı. O halde O’na arz ettiği o hal ve muhabbet inşallah hâlisti, gerçekti…

Öyleyse bu zamanlardaki fazlaca (!) muhabbetin sebebi neydi? Öyle durumlar meydana geliyor ki her zaman sırtımızı dayadığımız, gereğinden çok anlam yüklediğimiz o “sebepler dairesi” tamamen fonksiyonsuz kalıyor, hiç hükmüne geçiyor.

İşte o zaman insan kendi acizliğini, esbabın işlevsizliğini anlayıp tüm sebeplerden ve beşerden yüz çeviriyor, her şeye kudreti yeten bir zata iltica etme arzusu uyanıyor. Öyle biri olmalı ki her müşkülünü çözebilmeli, her derdinin dermanı, her sıkıntısının çaresi olabilmeli…  Bu arayışın sonunda bu zatın Rabbinden başkası olamayacağını kuşkusuz anlayıp Rabbine dayanıyor. Her ne derdi varsa O’na anlatıyor. Tüm kâinatın sahibinin kendisini duyduğunu bilmek o kadar değerli hissettiriyor ki… Kalabalıklar içinde biricikmiş gibi!

“Kulum beni nasıl tanırsa onunla öyle muamele ederim”  sırrınca Rabbini dost bilip O’ndan ümidi kesmeyen insan, Rabbinden buna mukabil bir karşılık gördüğünü hissediyor. Rabbine sığınmanın, O’na dayanmanın, duasının olası neticesinden çok daha fazla lezzet verdiğini fark ediyor. Bir bakıma “Leyla ile Mecnun” hikâyesi gibi… Belki başlangıçta sırf Leyla’ya kavuşabilmek için -ki bu “Leyla” her türlü arzuyu temsil etmektedir- Rabbine iltica edip ibadetlerine çok daha fazla ihtimam gösteriyor. Fakat bunun lezzetine vardığında ne için bu yola girdiğini dahi unutup “Mecnun” oluyor…

Sonra fark ediyor ki; bu sıkıntılı vaktinde olduğu gibi aslında her daim Allah onunla beraberdir. Sair vakitlerde de yolunu açan, işini kolaylaştıran “bizzat” Rabbidir. Sebepler sadece birer perdedir.

Öyle ki her bir tahavvül, tagayyür bir Hâkim’in iradesindedir. “Doğanın kanunu” kılıfı uydurularak basite indirgenmiş her bir şey aslında bir iradeyle halk edilmiş ve halk edilmeye de devam ediyor! Belki şiddet-i zuhurundan gizlenmiş, o yüzden görünmüyor.

O halde baharda açan her çiçek bizzat “benim için” açıyor, açtırılıyor… Aldığım her bir nefes bir Rahîm’in hakîmiyetinde bana ikram ediliyor. Güneş her gün benim için doğup yine benim için batıyor. Gaflete dalıp Hâlık’ımı unuttuğumda dahi O beni unutmuyor!

Bu idrak beraberinde mahcubiyetle karışık bir sevinç meydana getiriyor:

Mahcubiyet… Çünkü şimdiye kadar tam manasıyla Rabbime iltica edememiş, O’ndan gelen ihsanı, ikramı, inayeti fark edememişim. O’na olan muhabbetimi gösterememişim…

Sevinç… Çünkü Rabbim meğer daima benimle berabermiş!..

Rabbim! Gönülden arzu ettiğim o şeyler artık gerçekleşmese de mühim değil. Çünkü bu enfüsî yolculukta yolun kendisi, yolun sonunda varılacak yerden çok daha güzeldi… Böylelikle en sıkıntılı vakitlerim en huzurlu günlerime inkılap etti. Anladım ki; senden başka müracaat edilecek kimse yokmuş, senden gayrısından dost olmazmış. Derman sendeymiş, derman senmişsin…

“Fâniyim, fânî olanı istemem. Âcizim, âciz olanı istemem. Ruhumu Rahman’a teslim eyledim, gayr istemem. İsterim, fakat bir yâr-ı bâki isterim. Zerreyim, fakat bir şems-i sermed isterim. Hiç ender hiçim, fakat bu mevcudatı umumen isterim.”2

Dipnotlar:
1) Buhari, Tevhid: 15, 35.
2) Said Nursî, Sözler, Yeni Asya Yayınevi, İstanbul, 2017.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*