Bataklıktan çıkan çiçek bahçesi: Beyaz zambaklar ülkesinde

“Bütün uyuyanları uyandırmaya bir tek uyanık yeter.” Beyaz Zambaklar Ülkesinde, aslında bu çok bilindik sözün genişletilmiş bir anlatısını sunuyor bize. Birkaç aydının ülkesini nasıl her yönden kuşatan bir dönüşüm içine sokabileceğini gösteriyor. Her bölümde ülkenin farklı alanlarındaki gelişmeler ve bu gelişmelerin nasıl bir arka plan üzerine yaşandığı anlatılıyor. Finlandiya’nın geçmişi üzerinden, “Bir ülke nasıl yoktan var edilir? Halka rağmen değil halkla beraber bir toplumun kültürü ve alışkanlıkları nasıl dönüştürülür?” sorularına cevap aranıyor. Bu kitap aynı zamanda Bediüzzaman’ın müsbet manada atıf yaptığı ülkelerden birinin neden Finlandiya olduğu sorusuna da cevap veriyor.

Kitabın içeriğine iyice eğilmeden önce, neden bu kitabı seçtiğimi açıklayayım. Beyaz Zambaklar Ülkesinde, eskiden beri çok kez methini duyduğum bir kitaptı. Kültürel olarak ülkemize oldukça uzak olan bir ülkenin dönüşüm hikâyesi neden bu kadar popüler, merak ettim. İyi ki de okumuşum. Kesinlikle üzerinde düşünmeye değer bir okumaydı. Her sayfa, içinde yaşadığımız toplumu dönüştürmeye yönelik bir motivasyon ve ilham kaynağı olmak amacıyla yazılmış. Rahatsız olduğumuz şeylerden yakınmak yerine, yapıcı bir şekilde bu durumu düzeltmemiz öğütlenmiş. Eğer yeterince istenirse; bir ülkenin her köşesinin nasıl da yenilenebileceği, tembellikten kurtulunabilirse nasıl da aydınlık bir geleceğe kavuşulabileceği anlatılmış.

Yapısal olarak incelediğimizde Beyaz Zambaklar Ülkesinde’nin birkaç bölümden oluşan, ülkenin farklı alanlarının her birini ayrı ayrı bölümlerde ele alan bir biçime sahip olduğunu görüyoruz. Grigory Petrov’un doğrudan ülkelerin tarihi ve karakteriyle alakalı konuştuğu bir bölümle giriş yapılıyor. Daha sonra millî kahramanlar ve o kahramanların nasıl o ülkenin kendi ürünü olduğu hakkında bir bölüm var. Ardından Finlandiya’nın dönüşümüne geçiş yapılıyor. Finlandiya’nın farklı alanlardaki dönüşümlerinden sonra ülkenin önemli isimlerine odaklanılarak o insanların başarı hikâyeleri ile beraber kitap sonlanıyor.

Ülkesiyle alakalı ideallere sahip herkesin bu kitabı okuması çok mühim. Umutsuzluğa kapılmadan akıllıca stratejilerle örgütlenip bir değişiklik yapmak hedeflenirse, ne kadar zorluk çıksa da hedefe ulaşmak mümkün. Rahatsız olduğumuz şeylerden yakınıp suçu sürekli birilerinin üstüne atmak, her gelişimin otorite sahiplerinden gelmesini beklemek anlamsız. Bütün bunları, Beyaz Zambaklar Ülkesinde, bize sık sık hatırlatıyor.

Özellikle öğretmenlerin bu kitabı okuması çok önemli. Yetiştirdiği öğrencilerin ülkeyi nasıl değiştirebileceğini, yeteneklerini keşfeden çocukların nasıl büyük işler başarabileceğini bu kitapta öğrenebilirler. Özellikle Haydut Karokep’in hikâyesi, çocukların görmezden gelindiğinde ne kadar büyük sorunlara yol açabileceğini gösteriyor. Jarvinen’in hikâyesi ise değerinin farkına varan bir çocuğun ülkeye ne kadar büyük katkıda bulunabileceğini anlatıyor. Bunları okuyan bir öğretmen, sınıfındaki sorunlu çocuklara bir şans vermesi gerektiğini, öğrencilerin zihinlerinde bir ampul yakmanın ne kadar büyük güzelliklere kapı açabileceğini öğrenmiş olur.

Bütün kitap boyunca süregelen bir tema var: Hayatın bütün alanlarına ülkeyi ve ülkenin insanlarını geliştirecek bir araç gözüyle bakmak. Bu, okuldan kışlaya, iş hayatından spora kadar her alan için geçerli. Bu kitabı okuduktan sonra bu bakış açısını kendi hayatına nasıl uygulayabileceğini düşünmemek imkansız. Örneğin, ben tasarım ve edebiyatla iştigal eden bir insanım. “Bu ilgi alanlarımla nasıl topluma yarar sağlayacak, somut bir şekilde insanları kendini geliştirmesi için teşvik eden eserler ortaya çıkarabilirim? Elimdeki fırsatları ve yeteneklerimi nasıl topluma yarar sağlamak için kullanabilirim?” Beyaz Zambaklar Ülkesinde’yi bitirdiğimde, aklımda kalan sorular bunlardı. Eminim okuyan diğer herkesin aklında buna benzer sorular kalmıştır. Eğer herkes yaptığı işi bu sorular ışığında incelerse, toplumda istenilen değişim ve dönüşüm kaçınılmaz bir şekilde gerçekleşir.

Altını çizdiklerim

Devletlerin güç ve zaafı, milletlerin ilerleme ve yozlaşması, yalnızca devlet adamlarının ehil oluşlarından ve yönetim kabiliyetlerinden veya beceriksizliklerinden kaynaklanmaz. Yöneticiler iyi veya kötü olsunlar, kahraman veya zalim olsunlar, onlar kendi milletlerinin birer yansımasıdırlar. Onlar, millî ruhun birer kopyasıdır, halk kitlesinin içinden doğmuştur. Bir millet nasılsa, devlet adamları da onlar gibidir. İşte bu nedenledir ki eskiden beri “Her millet, layık olduğu idareye ve devlet adamlarına sahip olur.” denilmiştir.

Başkalarının topraklarını istila eden komutanlara niçin bu kadar büyük bir saygı beslendiğini anlayamıyorum. Büyük İskender, Hannibal, Scipion, Sezar, Şarlman, Napolyon ve daha bunlar gibi binlercesi, yabancı toprakları yağmalamaktan başka ne yaptı?

Bu istilalar sonucunda büyük devletler meydana geliyor ama halk kıtlıktan, açlıktan ölüyor. Milyonlarca insan cahil kalıyor.

Her yerde sarhoşluk, hırsızlık, sefalet, kavgalar, nefretler görünüyor… Herkes küfrediyor.

Onlarca, yüzlerce ve binlerce karanlık güç aydınlık emellerinizi söndürmek için çaba gösterecek ve söndürecektir de, ama siz yanmaya devam edin. Yanın ve diğerlerini de ateşleyin!

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*