Muhalefet ihtiyacı

Fıtraten, “muhalefet etme” meylinin en yüksek olduğu dönemdir gençlik. Bu hal, o dönem için bir ihtiyaçtır. Genç, hem bu ihtiyacını giderir hem de kendi fikrî dünyasını şekillendirmeye çalışır. Elbette muhalefet çoğunlukla hislerle başlamış bir süreç olsa da bu muhalefetin sonucunda ortaya çıkan düşünce o gencin benimsediği bir düşünce olur. Peygamber Efendimizin (asm) amcası Hz. Hamza’nın (ra) Müslüman oluşu bu şekilde gelişmiştir. O, önce hissî bir tavırla kavmine karşı çıkmış, öfkelenmiş, onlara muhalefet etmiş ve muhalefetin neticesi bir anda Müslüman olup yeğeninin dinini kabul ettiğini söylemiştir. Daha sonra öfkesi ve hisleri yatışınca ne söylediğini ve ne yaptığını tekrar ele almış ve hissî başlayan Müslüman olma sürecini fikrî ve kalbî olarak da devam ettirmiştir.

Gençte muhalefet bir ihtiyaçtan neşet eder.  Bu ihtiyacın, makul ve meşru bir zeminde giderilmesi gereklidir. Bu da ailede mümkündür.  Genç, kabullenilme ihtiyacını ailede giderdiği gibi muhalefet etme ihtiyacını da burada giderebilir ve gidermelidir. Aile, gençteki bu ihtiyaca cevap vermezse bu ihtiyaç muzır bir şekle girip insafsız bir tenkit hastalığını netice verebilir.

Muhalefet etme ihtiyacı aslında hak ve hakikate ulaşma arzusunun bir sonucudur. Genci taklitten tahkike sevk eden önemli bir ihtiyaçtır. Bir gencin; fikirlerini sağlamlaştırma, o fikirlerin arkasında durma ve savunuculuğunu yapmaya ihtiyacı vardır. Peygamber Efendimiz (asm), gençlerin bu ihtiyaçlarını bildiğinden dolayı onlarla sık sık meşveret etmiş, onların konuya farklı açıdan yaklaşmalarını önemsemiş ve bunun sonucunda onları değerli hissettirmiştir. Genç sahabeler de bu meşru ihtiyaçlarının tatmin edildiği davaya ve bu kudsî davanın rehberine sıkı sıkıya bağlanmış ve aidiyet hissetmişlerdir.

Aile, gencin muhalefet etme ve kabullenilme ihtiyacına cevap verdiği ölçüde onu fevrî davranışlardan, aşırılıklardan muhafaza eder. Bir genç, en küçük bir konuda dahi farklı düşündüğünü aile içinde ortaya koyamazsa bu ihtiyacı tenkit hastalığına dönüşebilir. Basit, muhtelif mevzulardaki görüşünü dahi dile getirememesi ve bunun üzerinde oluşturduğu baskı, hak ve hakikatlere uzanan bir tenkit diline sebep olabilir.

“Telkin ve tenkit kabiliyeti tevessü ettikçe, maddiyyunluk taunu da tevessü eder.” Bediüzzaman insafsız ve enaniyetten neş’et eden tenkitin maddiyyunluğa kadar gidebileceğini söyler. Bu durum gençte manevî temelleri yıkar, ona tek gözlü, imansız bir nazar takındırır. Gencin hem dünyası hem ahireti bu nazarın vahim neticelerini görür.

Cenab-ı Hakk’ın, insan fıtratına her dönemde yerleştirdiği istidatlar, duygular, fikirler, hisler ve ihtiyaçlar birer imtihan vesilesidir. Bunlar meşru zeminlerini buldukça, kendilerine mahsus şekillerde terbiye edildikçe kulluk meyvesini verir. İnsanın meşru zeminlerinden en önemlisi ilk etapta ailedir. Çocuğun aileden bekledikleriyle, gencin bekledikleri farklıdır. Çocuk; sevilme, ilgi görme, korunma, özel hissetme beklerken, genç; değer görme, kabullenilme, kendini ifade edebilme ve muhalefet edebilmeyi bekler. Aile, çocukluktan gençliğe doğru giden bu duygusal değişimleri fark edebilmeli ve ona göre bir ortam sunabilmelidir.

Ailede, kendini sağlıklı bir şekilde ifade etmeyi, yeri geldiği zaman ailedeki hatalı bulduğu davranış ve fikirlere muhalefet edebilmeyi öğrenmiş ve yaşamış bir genç, herhangi bir otorite karşısında da nasıl bir tavır takınacağının talimini yapmış olur. Tahakküm ve istibdat karşısında dik durabilmeyi, otorite boşluklarında inisiyatif alabilmeyi, hak ve batıl, zalim ve mazlum, adalet ve haksızlığın arasındaki farkı tefrik edebilmeyi öğrenir.

“Muhalefet etmek” demek; kendi fikrini dayatma ya da fikirlerini menfi bir üslupla dile getirmek değildir. Bu anarşistlik olur. Anarşi de aile içindeki hürmeti kırar. Kur’ân’ın anne babaya güzel davranma emrine halel getirir. O halde hem gencin fikirlerini rahatça dile getirebileceği hem de hürmeti bozmayan bir atmosfer nasıl sağlanabilir?

Ailede her fert, kendinde ihlası yerleştirebilirse bu mümkün olabilecektir. Özellikle de sirayet etmesi açısından, anne babanın ihlası kazanmaya çalışması, aile saadeti açısından büyük bir sırdır. Çünkü ihlas, her bir ferdi birbirine değil, Rablerine karşı sorumlu hale getirir. Bu da enaniyeti terbiye eder. Enaniyet terbiye olduğunda hakiki bir meşveret yapılabilir. Bir fikir kimden gelirse gelsin, mihenginin Kur’ân-ı Kerîm ve sünnet-i seniyye olması istenilen atmosferi sağlayacaktır.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*